27 Ağustos 2010 Cuma

8 hafta +1 günlük anne adayının dışavurumları


25 mm yazıyor, gebelik.org adresinde...
belirgin şikayetler mide yanması, hazımsızlık, göğüslerde dolgunluk, hassasiyet  ve elbette olmazsa olmaz bulantı ve kusma.

"bir kusabilsem rahatlarım" diyordum,
iki gündür çook da rahatlatmadığını deneyimlemeye başladım.
kahvaltı et, çıkart.
öğle yemeği ye, çıkart.
akşam yemeğinde yemek yemeyip  cacık ye, onu da çıkart.
ayran iç, onu da çıkart. iki gündür bu yeni dışavurum çeşitlemeleri ile yüzyüzeyim. "3. ve 4. aylarda geçer" diyorlar, ben de "inşallah" diyorum.

sürekli mızıklanan anne adayı gibi görünüyorum sanırım. ama elimde değil yemek yemeyi seven, genelde mide sorunu yaşamayan bir insan olan ben deniz, şu aralar allak bullak durumdayım.
75 kilo ile hamilelik serüvenime başlayacağımı öğrenen doktorcuğumuz;
"inşallah kusarsın da, ilk 3 ayda biraz kilo verirsin" demişti.
ahı tuttu mu desem, dileği kabul oldu mu desem, bilemedim.  iki gündür içimin dışıma çıktığına umarım değer, bir iki kilo da verebilirim belki :))

resimde görüldüğü üzere pirinçsucan değil artık boyutsal olarak. eriksucan daha uygun olur sanırım.

bu arada eriksucan'ın baba adayı da hislerini yazacak inşallah, bir gün.
mesajı gönderdik :)
bekliyoruz...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

maceramız başlarken...

ben deniz anne adayı.
yaklaşık 26 gün önce anne adayı olduğumu öğrendim.
o gün;
öğrenmeden önce kasık ve karın ağrısı ile mücadele halideydim.
"üşütmüş olmalıyım, yok yok, sıcaktandır"gibi bahaneler üretmekteydim.
ağrım şiddetli olmaya başlayınca o sabah evde yatmanın daha akıllıca olacağına karar verdim.
bir yandan yatay pozisyonda sancıyı geçiştirmenin yollarını ararken, bir yandan da dr. google' a mı sorsam diye düşünüyordum. zengin kalkışı ile bilgisayarımın başına gelerek browser arama kısmına "kasık ve karın ağrısı" yazdım.
ilk gelen sayfaya tıkladım;
"hamileliğin ilk günlerinde  hatta adet gününün geciktiği ilk günlerde dahi karın ve kasık ağrısı görülebilir" cümlesini okur okumaz,
bir ateş bastı ki ne ateş. umut, neşe ve şüphenin elele vererek karnımın içinde dans etttiğini hissettim. dedim kendime, "umutlanma hemen belki sadece üşüttün" ama
içimdeki şüphe beni ele geçirdi ve ablamı aradım.
sebepli şüphemden bahsettim.
birkaç saniye susuştuktan sonra, "en iyisi gel sen bana da, konuşur ona göre karar veririz" dedim.

15 dk. sonra kapı çaldı.
sizden daha meraklı bir ablaya sahip olmanın faydası olsa gerek, noel abla ve gebelik testi birlikte geliverdiler."ya kahvaltı etseydik,önce" diyen ben neyden kaçıyorsam artık,
bir anda kendimi kavanoz ile banyoda buluverdim.
bir kırmızı çizgi ve bir pembe çizgi çıktı test sonucu olarak.
ablam benden hevesli ve heyecanlı. "bak iki çizgi, hamilesin, diyor" derken,
bense "o silik bir çizgi, bence değilim"diye abuk subuk yorumlarda bulundum.
kullanma kılavuzunu iyice okuduktan sonra silik dahi olsa çizgi, ikinci cizgi olarak sayıldığını öğrendik.

hani filmlerde olur ya, romantik bir akşam yemeği hazırlar kadın, kocasına. kocası şaşkın şaşkın bakarken kadın, sürprizi söyler. adam kadını kucaklar ve baba adayı baba olacağı haberini bu şekilde alır.

bizde ise durum şöyle gerçekleşti. kekeleyerek telefon ettim. beyim işte çalışıyordu.
heyecanla "şöyle oldu, böyle oldu, silik çıktı. erken gelsen de kan testi yaptırsak?
ben emin olamadım, olmam lazım" dedim.
ben bir şaşkın o, double şaşkın kalıverdik.
babacık erken çıktı işten, biraz garip, biraz deli, kah güleç, kah durgun Ren-Tıp'ta aldık soluğu. danışmaya ne diyeceğimi şaşırdıktan sonra kan verme odasına gittik.
kan verdim, 1 saat sonra alacağımızı öğrenerek Ren-tıp'tan ayrıldık. eve gitmeyelim dedik.
caddeüstü'nde birşeyler içelim dedik. garson ne alırsınız deyince, aldı beni garip bir telaş. "bira olmaz, asitli olmaz, katkılı içecek olmaz, limonata olsun". babacık da buz gibi bir 50'lik bira söyledi kendisine. saçma sapan, hatırlamadığım bir sürü şeyden konuştuk. 1 saat bana 5 saat gibi geldi.
nihayet kan vermemizin üzerinden tam 1 saat geçmişken laboratuarın kapısında dikilmiş, beklemekteydik.

laborant elindeki sonuç kağıdını bize verdi ve R556 dedi. bense biraz kızgın ve gergin, "sonuç, yani?" dedim. adamcağızsa biraz şaşkın, biraz mahçup "gebesiniz, tebrikler" dedi.
işte o an biri fotoğrafımı çekseydi, en yayvan ağızlı sırıtkan anne adayını görüntülemiş olacaktı.

ne mi hissettim?
sanki kanatlarım vardı ve kapıdan dışarı yürüyerek değil de, süzülerek çıktım.
gün boyu, şüpheci thomas gibi davranan sanki ben değildim. nasıl kendimden emin, nasıl ben anlamıştım, biliyordum zaten havalarındayım, anlatamam.
"ee, ana yüreği hisseder" tribine bile girecektim neredeyse. allahtan arabanın yanına geldik de
kendime geldim. rüyadan yeni uyanmış gibiydim. gerçek olduğunu idrak edebilmek için elimdeki üç satırlık kağıdı yüz defa okudum.
eve geldiğimizde birbirimize sarılıp, tebrik ettik, birbirimizi.
ilk etabı 9 ay, ikinci etabı ömür boyu sürecek maceramıza böylece başlamış olduk...

7. hafta 4. gününde anne olmak...

anne miyim ben yani şimdi?
anne adayı mıyım yoksa?
ilk üç aylık dönem geçse bir "oh" çekeceğim gerçekten.
doktorumuz Sevil hanım, bunun bir doğa olayı olduğunu,
iyi şeylerin olmasını umut ettiğimiz gibi kötü şeylerin de olasılık dahilinde olduğunu unutmamamız gerektiğini söyledi. 13. haftaya kadar temkinli olacağımızı, doğanın ve vücudumun bu yeni oluşumu rededebileceğini ve bunun çok normal olduğunu söyledi.
tamam temkinliyim, evet tüm olasılıkları kabullenmeye çalışıyorum ama bir türlü karamsarlıktan kurtulamıyorum.
ya 13. haftayı sağ salim atlatamazsak,
ya olmazsa, ya tutmazsa...

tüm bunların yanında bir de kimseye söyleyememe durumu var. kan testinin sonucunu aldığımızda havalara uçtuk, babacıkla...
"ilk üç ayı atlatmadan herkese söylemeyelim" dedik. herkes kapsamında olmayan ailemize söyledik, birkaç arkadaşımıza. anneler bir kaç yakınına, arkadaşımız bir başka arkadaşa derken, bilenlerin sayısı epeyce artmış oldu. ara kararlaştırma sonucu bu bilgiyi kendimize saklamaya karar verdik, nazar değmesin, hele şu 3 ay bi geçsin, diye...
iyi de doğru soruyu soranlar, nokta vuruşu yapanlar, boş atıp dolu tutanlar, şüphelenenler  var ki, her seferinde hebelek hübelek cevaplar vermekten ve "yok ya henüz" diye yalan söylemekten sıkıldım. çok becerebildiğim bir şey de değil, yalan söylediğim yüzümden okunuyorsa "çok pis rezil oluyorum" diye düşünmekten de, kendimi alıkoyamıyorum.

19 Ağustos 2010 Perşembe

pirinçsucan 6hafta 6 günlük:)

geçtiğimiz cuma pirinç su'nun doktoruna gittik ve şeyimizin şeylikten çıkıp pirinç boyutuna geçtiğini söyledi. o yüzden ona, pirinç su veya pirinç can diyoruz :))

mide bulantılarım ve bunaltılarım devam ediyor.
henüz bir kusma belirtisi yok ama öğürmeler başladı.
çok can sıkıcı. ne yediğimden bir şey anlıyorum.
ne de lunaparkta bir hız treni vagonu içerisindemişim gibi dalgalı bir mideyle yaşamaya alışabiliyorum.
tek tesellim bünyemdeki bu tatsız gelişmelerin hepsi,
tatlı miniğimize hazırlanan otel odasının sağlıklı gelişimi...